Evren bir hücredir!
Yaşamın moleküllerden RNA’ya ve daha sonra DNA’ya nasıl dönüştüğü ve amino asitlerin nasıl kabuklandığı hala bir muamma, dahası evrende bir İtalyan lokantası arar gibi yaşam arayan bizler için dünya dışında yaşam ve zeki varlıklar halen bir soru işaretinden başka bir şey değil.
Yaşamla beraber düşünmek varken onu öldürmeye programlanmış metalin ve çeliğin rüyalarını görüyor ve dünyadan öteye her adımımızda öncü uydularla kendimize kurşun sıkıyoruz. Bu iddialar bir kenara düşünelim biraz yaşamla ve ilk olarak verelim yaşama yaşama hakkı; şöyle bir tasavvurdur bu, evrende yaşam içinde var olan her bir atomun sayısı kadardır, daha doğrusu her bir atomun potansiyelidir yaşam. Teknoloji nasıl ortak çalışmayla fetih ise, evrenin kendini idrakıdır yaşam. Korkunç bir tekzamanı ve tekerrürü böyle anlamlandırır ve aşarken, biz insan evlatlarına kendimizi, birleştiren akıl ve ayıran zekayı, kendi zamanımızı hediye etmiştir yaşam.
Pekiyi bu hediyeyi, bu iğneli kaktüsü nasıl düşünecek ve kendi üzerine kapanacak (ve tekrar gelecek) bir evrende ona nasıl yetişeceğiz? İlk olarak bakterilere, virüslere, ışığın sevdalısı bitkilere ve karanlığın filozofları mantarlara mayası oldukları akıl ve zekanın hakkını vereceğiz; bir değil bin dünya ve her bin dendiğinde milyon dünya diyeceğiz. Yani yaşamla beraber düşünecek ve evrenin her köşesinde, her kafayı kaldırdığımız gökteki ışıkta onları da düşüneceğiz. Çünkü zamansallığı aşan bir ilişki var candan cana, burada bahsedilen bunun tasavvuru için ispatsız bir inanç değil, ya da her bir canlının inancından öte bir tek doğru değil. Milyarlarca, trilyonlarca, sonsuzca can ve her birinin ve ortaklıklarının zamanı bahis konusu ve bu ortaklıkların da zamansallığı gemiler, adalar, kıtalar ve gezegenler ve güneş sistemi ve galaksiler ve superclusterlar arası sembiyoz (ortak yaşamlarla) belirlenmekte. Burada denmektedir ki bir ilişki var candan cana ve bu ilişki kendi zamanını kurar. İddia da şudur, bu zaman da bir iletişim kurar yaşamlar arasında. Aşkıdır bir dünyanın kendisine çarpacak meteora ve üzerinde barınan, bir ekosistem kurabilecek, bir maya olabilecek mantara ve daha da ötesi bekleyişidir.
Bilim adamlarımız can acıtarak çok kanıta ulaştılar; bir bitkiyi ya da hayvanı aynı ya da farklı bir türden başka bir bitki yada hayvan yanında öldürdüklerinde elektrik sinyallerinde korkunç tepkiler aldılar. Pekiyi nedir bu iletişimin alanı; araya koydukları duvar engelini aşarken bu deneylerde iletişim, korkunç uzayı aşamaz mı güneşten bu yana üçüncü taştan dördüncüsüne? Aşar aşamaz derken gene bir beklentide bir yarıştırmadayız, halbuki burada şu denmektedir, canlıların iletişimi evrenseldir ve bir kapsama alanı arayan zihniyet metalin rüyasını ki belki de masumdur, bize kabus olarak yaşatmaktadır. Suyun ki burada kasıt tüm evrendeki sudur, saydamlığı ve rüyası hınzırdır aslında, bir sirendir su; hep inanılmaz güzelliklere ve derinliklere çeker, bu mesafesi ve meselesi sonsuzdur. Zeka ve aklın karıştırmadığı, ya da ötesine yok oluşuna uyandırmadığı bir milyon yaşın üzerindeki her orman büyük bir devlet ve büyük bir zamandır. Bu derinliklerden kendini bilerek ve korkarak mahrum bırakan günümüz insanı ise evrenin sonundaki lokantayı arayan insandır ve dünyayı tanımlar ile sıkıştırıp ve tanımlarını yeniden üretebildiği için küçük zamanlarda geçerlilik yakalamıştır, ama aslında nükleer bombaların içinde yaşayandır ve bu dünyayı çoktan terk etmiştir. İnsanın esas olduğundan bahsedebilmek için önce suya ve ormana şefkatini, sevgisini ve dolayısıyla anlayışını perçinlemek, şu devasa evrende ne kadar küçük olduğunun hiçbir öneminin olmadığını kafasına vura vura anlatmak gerekir.
Çıkamayınca mana katına mana katı indi başına.
Bir kaza değil belki bir kısayol, ayıran zekanın parçaladığı dünya, birliği gören kalp ile dünyayı bulup birleştirecek akıla tamamlanıyor.
Şiir benden farklı değil sadece benden büyük, bunun şaşkınlığı biraz da benimki. Şiir benden hariç tüm diyarı tavaf edip önce bana sonra sana dönen kelimelerdir; yani bir meridyendir gezegenlerde, ve yörüngelerdir uzayda. Bir kurtuluş olarak kelimelerinde bir umut ve evrende geri geldiği kağıtta durduğu ve değişmediği için değiştirebilecek bir evren sunar. Zaman biter evren geri gelir ve gelen gidenden bellidir belki, ancak baharın sunakları merhametlidir. Evren bile evrilebilir her kendine kapanıp tekrar açıldığında ve şiir ilk aleti, ilk alameti farikasıdır. Dümdüz bir okyanus, tek bir canlılık zamanı altında; tüm okyanusu, denizi, bir damla suyu olan tüm gezegenler tüm evrende dip dibe. Hiçbir enerjinin kaybolmadığını düşünürken, tüm çaresiz haykırışlar, haykıran canlı türünün tümünün çaresizliğini ifade edebildiği ölçüde şiirleşir. Kuşlar efendim, görüyor ölülerin nereye gömüldüğünü ve nereden geldiklerini. Bizlerin arı gibi vızıltılarının, şu yada bu binalarda arttığında ne olur da biliyorlar. İnşaat devlet, devlet inşaat. Şiir kuş ise o kuş nereden geldi, bir at başı ise gövdesi hangi gezegenden hangi tarihten salıverdi. Ya ilham, ya düldül, kim seninle koşmuş da konuşur, kim yazar ve yazdığıyla şah mat olur. Ya sabır, ya sabır…
Bugün motorumla hastaneye gittim. Motoru kilitleyip kaskı bagaja koydum, sırt çantam ile girişe yürümeye başladım. Bir an gözüm gölgeme takıldı ve minik bir örümceğin çantamdan aşağı doğru ağ ile inmeye çalıştığını gördüm, girişteki tabelaya gelince çantayı çıkartıp gölgeye bakarak yavaşça aşağı doğru indirdim. Tabelanın altındaki betona inen örümceği gördüm sonunda. Sonra kafayı kaldırınca bana hayretle bakan tekerlekli sandalyedeki hastayı ve refakatçisini gördüm. Acaba onlarda minik örümceği gördü mü diye düşündüm sonra.
Aslanlı şehirden merhaba
Durumsalcılar faşizm iki insan arasında başlar der. Kadına layık olmaya çalışan bir erkek, olgunluğu arayan ve yetişkin olmayı isteyen bireydir aslında ve içindeki ve dışındaki iki türlü faşisti ve faşizmin hayaletlerini tespit etmeli ve onları yok etmelidir.
Kalıplaşmış ortaklıkların eli sopalı söylemleri ile hayatımıza hak iddiaları bir hayaletidir faşizmin ve bu hayalet yarattığı roller ve güç ilişkileri üzerinden kişinin içini boşaltır ve ona aidiyet ile birlikte bireyselliğin sorumluluklarından kurtulmayı satar. Tabi içimiz asla unutmaz ve kendimizi hissetmek isteriz ve hissedemediğimizde, kendimizi bulduğumuz durumların uçurumlarından yani rollerin ve iddiaların bizi götürebildiği absürt sonlardan aşağı atabilir, pekala cinnet geçirebiliriz, sadece hissetmek için kendimize ve etrafımızdakilere zarar verebiliriz. Bütün bunları da uyurgezer bir şoför gibi yapabilir ancak döngüsünden kurtulamayabiliriz.
Ve… trafikteki kuantum hareketinde olduğu gibi… trafiğin tüm yükü, en iyi ve ayık şoförlerin omuzlarına düşer, başkalarının hatalarına rağmen ve onlarla beraber var olur iken, başkaları sizin ustalıklarınızdan edilgen olarak sadece beslenir ve hatta uykularının derinliklerine göre size daha da yaslanabilirler.
Ancak durumlar tarafından bakmak daha acayip ve zordur, çünkü durumun farkında olan hemen herkes bir film sorgulamasındadır ve filmi yaşayan başkaları ise rollerini, rolü, tiyatroyu bilmeden büyü bozmaktadırlar. Trajedi, büyüyü ve korkuyu, yaradılış yerine köken hakkında konuşan felsefeci devlerin sırtlarında ve herkese açık bir sahnede yendi. açıklanabilir dünyanın açıklamasının, prospektüsünün, kütüphanesinin bir hayatta bitirilemez oluşu ve aynı zamanda bu bilginin hala ölümü yenememiş olması, hatta teknoloji adı altında kullandığımız tüm eşyanın hayatımızda yeri olduğu kadar nasıl çalıştıkları, üretildikleri ve geliştirildikleri ile ilgili orta çağı aşan cehaletimiz dahi sürdürülebilir bir dünyadan kopartıldığımız görülemez alanları belirliyor.
Kadın hem kendi, hem de (olsun olmasın) çocuklar(ı) için iki kere bilgedir. Yani hem kendi geleceğini hem de çocuğunun geleceğini düşünmek zorunda, düşünmese bile dünya ona bunu unutmayan beden gibi hatırlatmakta, çeri çöpten ayırmak zorunda, vaatlerdeki yalanları içten içe en iyi o bilmektedir. Vaat diyorum çünkü bu bir erkek egemen dünyadır ve dünyanın sürdürülebilirliğinden çok yaşananın kalitesinin dünyayı yakmaya değip değmeyeceği ile ilgilidir. Kadının batıllaşmasına sebep arayanlar nükleer bombalarla nasıl bir gelecek vadettiklerini düşünmelidirler. Yani erkekteki gelişim, olgunlaşma, yetişkinlik içerideki duygusal dalgalanmanın dışarıdaki durum ile ilişkisini kurduğu zaman ortaya çıkmakta ancak bu ilişkiyi çoğu zaman kendini kaybettikten sonra kurmaktadır.
gücü vereni kutsa.
o zaman eyy bereket, ey uçsuz bucaksızın anlamı, mordan seçileni türeyişin, küçük pırıltının küçüklüğünün önemsizliği, her milyar pırıltıda onun biricik yeri. her ocağın sönmeyen ateşi değişken, kendine bırakılmışlığında daha hoş, daha bir çok, biricikliğin ifadesi birlik bunun ortaklığı, bir trafikteyiz ama ardısıra yerden aynı yükseklikte ve aynı alanda hareket eden kelleleri sayan kaza hikayelerinden ibaret değiliz, bir kuantum kolu usta şoförlere yaslanan, yarı uyanığı uyaran da yol rüyasında görülende onlar halbuki. iyilik de kötülük de iki insan arasında başlıyor. fayda zarar hesabı yapabilmek için bile önce ben sen bizler bir yetişkinliğe tutunmalıyız; nezaket varlığı bireyin, mitolojide onu kaybetmek isteyenlerin güce rağmen varolmasına dayanamadıkları nezaket. birer anlam yuvası ezgeç treninin vagonları, yok vakti inceliklere. peki sorarım inceliklere vakti yoksa, sonsuz sazları niye ben özlüyorum…
evet var birkaç fikir
opensourceecology, traktöründen fırınına, bir kasabayı kurmak ve yaşatmak için gerekli 50 makineyi yapan 50 atölyeyi her bir ilçedeki o atıl küçük sanayilerde kurun
son vidasına kadar bulunan, son aksama kadar tamir olan, tüm tasarımları açık kaynak paylaşılan,
her bir küçük sanayideki ustanın her bir dokunuşunun ve buluşunun değerlendirilip, son güncel tasarım sürümüne yansıtıldığı,
açık kaynak bir ekoloji…
izlediğim bir garip devleteliyleyaptırılmışuzayanimasyonunda,
çocuğun rüyasını uzay gemisinde kontrol edip, orada bile rahat bırakmayıp
eğitim veriyorlardı
ben neye doğmuşum ya!
elin ayağın konuşsun da seni anlatsın!
doğruya doğru, bir gün ben daha çocuğum, onu bunların anlattıkları gibi bilemedim,
Allah büyükse bu kadar doğrunun doğrusu ise dedim,
nasıl bilemiyorum, o zaman yok dedim, ve 11 yaşımda el kaldırdım din dersinde,
hocam ben Allah’a inanmıyorum çıkabilir miyim diye.
sonra fark ettim doğrunun doğrusu Allah
veriyi insan hayatını kolaylaştırmak için kullanmak ayrı,
zekayı (real ai) bütün veri üzerinde çalıştıracağım ayrı.
çalıştır …!
çalıştır ama, grimes gibi yaldızlı bir marksizm bekleme
o veri seni neden sorumlu tutacak var ya! hımmmppsss!
şimdi bundan sonrası küfür değil gerçek,
molekülden portakalın dalına, ananı, avradını, yetiştirenini, babanı, gelmişini geçmişini,
sülaleni soyunu sopunu, dün ne yediğini bugün ne düşündüğünü…
“kulaklığın bile dekor!”
“geçer geçer din de geçer
…
cennet iflas eder”
sonrası ahiret
şimdi soruyorum dostlarıma
ahiretten sonra hayat var mı diye